Beyaz Güvercin’de Çocukların İçsel Dünyas




Mihriban İnan Karatepe’nin ‘Beyaz Güvercin’i, okul gösterisine katılan bir kız çocuğun tecrübesini anlatan kısa bir öyküdür. Türkiye’ye özgü geleneklerinden biri olan çocuk bayramı dans gösterisi, yalnız milli eğitim ve yurtseverliğin acısından önemli değil, aynı zamanda ülkenin bütün çocukları için çok bireysel bir anlam kazanmaktadır. Esasen toplumsal bir olay olmasına rağmen, bu tür dans gösterisi bir çocuğun belleğinde son derece kişisel bir şekilde yaşanıp hatırlanacaktır. Öyküde gördüğümüz gibi, büyük bir grup içinde dans ederken bile, çocuk kendi hayallere dalabilir. Yazar ‘Beyaz Güvercin’ öyküsünde bu çelişkiyi küçük anlatıcısının perspektifine dayanarak çözmeyi başarmaktadır.         
Öykünün ilk sahnesinde çocuk anlatıcının annesi tarafından seçilmiş çoraplarıyla başlıyor. Kırmızı çoraplar değil beyaz çoraplar giymek isteğinin gerçekleşmemiş olduğundan çocuğun gözleri yaşdolu. Annesi ise çorapların renginin önemini anlamayarak kızına “Ha kırmızı ha beyaz… İkisi de güzel” diye kızını teselli etmeye çalışıyor. Kız çocuğu, açık seçik giyinmek ne anlamda geldiğini henüz tam anlamayabilir ama, bilinçsiz bir şekilde büyük bir izleyeci kitlesi önünde ak pak çorapları giymesinin sembolizmini algılıyor. Giyim kültürümüzün en merkezi edimsel özelliklerinden biri, hem ulusal bağlamlarda hem de kişilerarası ilişkilerde ve böylece, beyaz çorapları giyinmesi basit bir seçenek değil. Kız çocuğu öğretmeninin talimatlarına uyurken, aynı zamanda toplumun çeşit alanlarından gelen talimatlara de uyar. sanki ‘’Ye kürküm ye’’ deyiminin anlamını annesinden daha iyi anlar gibi.  Giyim, önemsiz görünürse de, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en bariz derslerinden, yani kişisel görünüş bireyin ideolojik duruşunu ifade eder. Bu çocuk, giysilerin ne kadar önemli bir statüs sembolü olduğunu, yani bireyin ekonomik durumunu belirtme yetkisi taşıdığını ve saygı ve hürmet horlanmaya yol açtığını son derece duygusal bir şekilde seziyor. Belli ki kız çocuğun duygu patlaması bu dans gösterisinin yoğun anlamlılığından bir etkisidir.  Son sahnede annesinin kucağından çıkan ve öyküsün adını taşayan beyaz güvercin imgesini bu duygusal yoğunluk için bir ifade aracı olarak de düşünebiliriz.    
Bu çocuğun içkin anlayış yeteneği Atatürk ile ilgili yaptığı açıklamalarda da tespit edilebilir. Milli duygular çocuğun içten duygularını yansıyor.  Atatürk’ün bir portresine bakıp, milli liderimiz hiç uyumadı mı diye naif bir şekilde sorar kendine. Ne koşulda olduysa olsun hakimiyetini hiç yitirmedi Atatürk diye düşünüyor çocuk,  ve bu gerçeği ile ilgili yorum yaparken, “Karların üzerinde yatarken bile kalpağı başından düşmüyor” diye fark eder. Çocuğun hayalinde Atatürk’e gösterdiği hürmet efsanevi boyutları kazandığında, düşünceleri çocuksu gözükmeye başlıyor okura. Ancak çocuğun gösterdiği saygısı, aşırı olduğu ölçüde, Türk tarihinde de birçok örnekte bulunabilir. Modern Türkiye’de yetişkinler arasında Atatürk’ün kutsallaştırılmasının ne kadar abartılı biçimler aldığına bakarsak eğer, çocuğun hürmet açıklamaları o kadar toy görünmez elbette. Sözgelimi, Türkiye’i ziyaret eden bir yabancı, özenle hazırlanmış kitle bir dans gösterisi ne kadar yadırgardı diye sorulabilir. Çocuğun hayal gücü tuhaf biçimleri alsa da, Atatürk’le sürdürdüğü iç konuşmaları, okulun dans gösterisinin semboliğini anladığını ispatlamaktadır.   

Çoğu zaman çocukların dünyaya ne kadar derin bir anlayış sahibi olduklar azımsanıyor. Bir çocuk dünyayı basitçe anlatırsa da, onun açıklamalarında sade bir bilgelik var. Karatepe’nin öyküsünde bir çocuk kendi tecrübesini anlatırken, toplumun çok derin köklü, hatta bilinç altında yatan inançlarını ve sembollerini yakaladığını görürüz.     

Comments

Popular Posts